Bu Blogda Ara

1 Haziran 2010 Salı

Sedef İşi



Tarih boyunca insanlar, günlük ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıkları araçlar üretmişler. Yüreklerini avuçlarında taşıyanlar ise, eşyalarıyla bütünleşmek istemişler her zaman. Bilmişler ki kullandıkları materyalleri yaratıcıları vermiş. Bilmişler ki, yüreklerindeki güzelliği, bedenlerindeki kabiliyeti yaratıcıları vermiş. Bu duygu ve bilinçle, üretmişler eserlerini güneşin yedi renginden pırıltısını alan sedefle. Bir gelini  giydirip süsler gibi, giydirip süslemişler eşyalarını. M. Zeki Kuşoğlu hocanın deyimiyle;
“Hanım efendinin aynasından, çelebinin kavukluğuna kadar sedefle süslemişler eşyalarını Osmanlılar.”
Tabi yalnızca Osmanlı değil, tüm dünya sanatkârları... Sedefin yanardöner renkleri büyülemiş insanları. Bu büyü etkisiyle duygularını ve dinlerini aktarmada yardımcı olacağını düşünerek, ürettikleri eserlerde kullanmışlar sedefi. Tüm dünya sanatkârları tarih boyunca değişik teknikler ve üsluplarla, muhteşem eseler üreterek, tarihe ciddi miraslar bırakmışlar.
Bu eserleri üretirken son derece kıvrak bir zekâ ve titizlikle sert bir malzeme olan sedefi, nispeten daha yumuşak olan ağaçla bazen fildişi ile bazen bronzla, bazen gümüşle hatta mermerle bile birleştirerek zarif eserler üretmişler. Ürettikleri eseler, son derece kalıcı dönüşümü olabilen (restore edilebilen) eserler olmuş…

Kalem İşi



Maddi manevi her değerin içinde sakladığı kıymet kadar dünyaya sunuluş şeklide önemlidir. Bu sunuştaki incelik ve zerafet, verilerin önemini anlatmaya yardımcı olur.
Bir milletin kendine özgü sanatı, halkın kültür seviyesinin ve sosyal hayatının sembollerini oluşturur ve içinde taşır. Süsleme sanatı da Tezhip, Minyatür, Kalemişi, Çini , Maden, Ahşap sanatı gibi bir çok sanat dalımızı da içine alarak gelişip günümüze kadar geldiğine göre tezyinatın temel malzemesi olan motiflerin kaynakları, tarihi gelişmeleri, kullanılış şekilleri ve üsluplaşmalarıyla büyük önem taşımaktadır. Ait olduğu topluluğun gelenek ve göreneklerini yansıtmakta, zevk, düşünce ve inançlarını en özlü ve ölümsüz ifadelerle gelecek nesillere ulaştırmaktadırlar.
Ecdadımız hattıyla, çinisiyle, kalemişiyle, ahşap taş ve mermer işçiliğiyle dönemin kuvvetini, ihtişamını, güzelliğini, zevk alışını harmanlayıp o nazik Osmanlı evlerini, güzelim Osmanlı sokaklarını çeşmelerini bütün heybetiyle camileri, çarşıları inşa etmişlerdir. Bizlere düşen görev ise onların yanından ne oldukların bile farkında olmadan geçmek değil korumak ve anlamaktır.

Çini


Tarihi ve Genel Bilgi


Bir milletin kendine has sanatı, halkın kültür seviyesinin ve sosyal hayatının sembollerini oluşturarak fikir edinmemizi sağlar. Maddi manevi her değerin içinde sakladığı kıymet kadar, insanlığa sunuş şekli de önemlidir. Bu sunuştaki incelik ve zerafet verilenin önemini anlatmaya yardımcı olur. Türkler yaradılışın üç unsuru olan ateş, toprak ve suyu kullanarak, hayatının nihai amaçlarından olan güzelliği yakalamak için zamana meydan okuyan sırlarla, çiniyi yaratıp ölümsüzleştirmiştir. Çiniler tüm dünyaya ışık saçarak, kıvrımlarının sürekli hareketi ile durmaksızın evlerimizi, camilerimizi, saray, köşk ve hamamlarımızı süslemeye devam eder. Çininin tüm dünyada bu kadar beğenilmesinin sebebi; Osmanlı sanatçılarının sırrın altında değerli taşların rengini yakalamaları ve bunu çinide renklere aktarmalarıdır. Lapis lazulinin koyu mavisi, mercanın kırmızısı, turkuazın cam göbeği, firuzenin mavisi, zümrüdün yeşili gibi yarı değerli taşların renklerini şekiller ve motiflerle karakterize ederek insanlığa sundular. İnsanlar çiniye dokunduğunda bu değerli taşların renklerini algılar, sıcaklık ve mutluluk hisseder. Harika biçimlendirilmiş kompozisyonlar ise bakıldığında insana yaşama ve doğa sevgisini aşılar. Çini, Osmanlı İmparatorluğu’nun trajik kaderine bağlı bir ekonomi ve sanat olayı olmuştur. Çininin üretildiği çağlarda ekonomideki yerleri önemli, kullanım alanları da çok genişti. Tabak, tepsi, bardak gibi sofra eşyalarından kandillere varlıklı evlere, medrese, cami, türbe gibi kamu yapılarında dekoratif mimari eleman olarak kullanılmaya kadar gidilirdi. Bütün bu ürünlerin ortak özellikleri hem güzel ve dayanıklı hem de kolay temizlenir ve temiz tutulabilir olmalarıdır. Bu yüzden bunlar, örneğin sofralarda tahta ve madeni eşyanın yerini alabilmekte ve özellikle Çin’den gelen pahalı ithal malı sofra eşyasıyla kalite ve fiyat bakımından rekabet edebilmekte idi. Araştırmacılardan öğrendiğimize göre çiniler özellikle İznik ürünleri geçmiş asırlarda dünyanın bir çok ülkesine hatta Çin’e bile ihraç edilmiştir. Fakat ne yazık ki yükselişi gibi düşüşü de imparatorluk sınırlarının gerilemesine bağlı olarak ekonomik ve mimari hayatın zarar görmesi ile gerçekleşmiş bir dönem nerede ise imalatın durmasına varmıştır. Klasik Osmanlı çini sanatı özellikle İznik’te saray destekli olarak gelişmiş olup, masraf ve Ehl-i Hiref (Sanatkarlardan oluşan örgüt)defterlerinden anlaşıldığı gibi İstanbul’da sarayda da çiniciler bölüğü bulunmaktaydı. Bu defterlerden anlaşılan o dönem saraya bağlı 1000’e yakın sanatçı estetikle fonksiyonu birleştirerek geleneksel Osmanlı sanatlarında bugün bile tüm dünyanın hayranlık duyduğu eserleri vermiştir. Osmanlı imparatorluğunun her anlamda doruğa çıktığı 16.yy’da özellikle İznik çinileri sanat tarihimizin gelişimini vurgulayarak yüzyıllara meydan okumuş ve günümüze dek bizleri ışığıyla aydınlatmıştır.

Minyatür



İslam kültüründe anıtsal resim sanatı yalnızca Emeviler döneminde, VII. ve VIII. yüzyıllar arasında var olabilmiştir. Bu dönemde fethedilen topraklardaki kadim kültürlerin kökleşmiş resim gelenekleriyle temasa geçilmiş, bunun sonucunda da çeşitli dini ve sivil yapıların duvarlarına Geç Helenistik ve Sasani sanat geleneklerinin etkisini yansıtan natüralist tarzda resimler ve mozaikler yapılmıştır.
Buna karşın IX. yüzyılda bir değişim yaşanır; Kur’an-ı Kerim’de resmi yasaklayan kesin bir buyruk olmamasına rağmen bazı hadisler kıyamet günü canlı varlıkların resimlerini yapanlardan hesap sorulacağı şeklinde yorumlanmış. Bu yorumlardan sonra yasak keskinleşmiş, duvar resimleri ve mozaikler yerlerini kitap resimlerine bırakmıştır.
Geç Abbasiler döneminde toplumdaki iktisadi yapının değişmesiyle birlikte, zengin ve tüccar sınıfı resimli kitap üretiminin artışında etkin rol oynamıştır. Dönemin sevilen edebiyat kitapları tasvirlerle süslenmiştir. Abbasi döneminde filizlenen bu gelişmenin günümüze ulaşan en erken örnekleri XI. yüzyıla aittir.
İslam minyatürlerinde XIV. yüzyıl sonlarında, perspektiften arınmış, anatomik oranlardan ve ışık-gölge kurallarından sakınılarak oluşturulmuş üslup klasik bir kimliğe kavuşmuştur.

Hat


Tarihi ve Genel Bilgi


Arap yazısının ortaya çıkışı hakkında İslâmî kaynaklarda çok farklı ve çeşitli rivayetler mevcuttur.  Bu bilgiler ihtilâflı olduğu gibi kesin de değildir. Merhum Nihad M. Çetin (ö. 1991) bu bilgi ve rivayetleri üç ana grupta toplamıştır.  Birinci görüş: yazının kaynağı tevkîfî, yani ilâhîdir. Buna göre, bütün yazıların mucidi, ilk insan ve peygamber olan Hz. Âdem'dir. Hz. Âdem, yazıları balçıklar üzerine yazmış, Nuh tufanından sonra da her kavim kendi yazısını bulup öğrenmiştir. İlk Arap yazısını öğrenen Hz. İsmail olmuştur. İkinci görüş: Arap yazısının "güney arabistan yazısı" yahut "himyerî" yazıdan türediği şeklindedir. Yazı Güney Arabistan'dan, ticarî münasebetler sebebiyle, önce Şam bölgesine, daha sonra da Hicâz bölgesine intikal etmiştir. Üçüncü görüş ise: Arap yazısının nabat yazısının değişiminden elde edildiği şeklindedir.
Bugün artık ilmî araştırmalar sonucu kabul edilen görüş, Arap yazısının nabat yazısından türediği, hatta onun gelişmiş bir devamı olduğu şeklindedir.  Nabatî yazısından Arap yazısına geçiş IV. ve V. milâdî asırda olmuş, yazının Hicaz bölgesine geçişi, Havran, Petra ve el-Ulâ üzerinden gerçekleşmiştir.  Arap yazısı, ârâmi halkasıyla fenike yazısına bağlanmaktadır. Arâmi yazısından nabat yazısı geliştirilmiş ve bundan da Arap yazısı doğmuştur.
Nabat yazısından Arap yazısına geçişteki merhaleleri görme imkânı verecek kitabelerin en eskisi Ümmü'l-Cimâl (m. 250) ve en-Nemâre (m. 328) kitabeleridir. Bu kitabeler Araplara ait olduğu halde Nabat kültürünün etkisi ile Nabat yazısıyla yazılmıştır.  Bahsedilen kitabeler dikkatlice incelendiğinde, ilk devir Arap yazısının, Nabat yazısı harf şekillerine yakınlığı görülebilir.
Arapça, Süryâni dili ve yunanca olarak yazılan Zebed Kitâbesi (m. 512), artık Nabat yazısının Araplarca benimsendiğini, Arapçanın da yazı dili olarak kendini göstermeye başladığının işaretidir.
İslâm'ın doğuşu sırasındaki Arap yazısı ile, Şam'ın güneydoğusunda bulunan milâdî 528 tarihli Üveys kitâbesi ve Şam'ın güneyinde bulunan, milâdî 568 tarihli Harran kitabelerindeki yazılar arasındaki benzerlik çok ileri bir seviyededir.

Yazının Sanat Olarak Çeşitlenmesi
İslâm'ın ilk yıllarında yazının, kullanım sahaları ve  kullanılan malzemenin tesiri ile iki ayrı tarzı doğmaya başladı. Bunlar mushaf, kitabe ve önemli vesikanın yazıldığı sert ve köşeli yazı ile günlük işlerde kullanılan yumuşak ve kavisli hatların hâkim olduğu yuvarlak karakterli yazı tarzıdır.(8)
Yazının asıl gelişme yolunu bulduğu yuvarlak karakterli yazının kalın kalemle yazılmış şekline kalemü’l-celîl adı verilmiştir. Esasen, o devirde her iki karakterdeki yazının kalın kalemle yazılan cinsine, bu ad verilmekte idi.(9)  Osmanlı mektebinde celîl  ismi celîye dönüşmüş ise de başlangıçtaki celîl yazı ile Osmanlı celîsi arasında -ikisinin de kalın yazılmaları dışında- bir ilişki yoktur.
Yazı Mekke'de mekkî, Medîne'de medenî adını aldı. Hz. Ömer ve Hz. Ali hilâfetleri döneminde yazı Basra ve Kûfe'de, evvelâ geldiği şehirlere nispeten mekkî ve medenî olarak isimlendirildi; kısa süre sonrada yazı şehirlere nispetle basrî ve kûfî isimlerini aldı. Başlangıcından beri, mushaf, kitabe, ve önemli vesikanın tespitinde kullanılan sert ve köşeli yazı Kûfe şehrinde geliştirilerek kûfî ismini aldı.  Böylece ilk defa yuvarlak karakterli yazı ve köşeli yazı isim ve vasıf olarak kesin olarak ayrıldılar. Daha sonraları kûfi yazı gelişerek muhtelif bölgelerdeki aynı karakterdeki yazıların ana ismi olmuştur.  Kûfî yazı daha sonraları çok farklı şekillerde tasnif edilmiştir. Yapılarına göre yapılan tasnifte kûfî yazı beş kısma ayrılmıştır; 1- Basit kûfî, 2- Yapraklı  kûfî, 3- Zemini süslü  kûfî, 4- Örgülü kûfî, 5- Geometrik kûfî. Yazıldıkları bölgelere göre de kûfî yazı üç kısma ayrılmıştır; çıktığı bölge ve çevresinde yazılanlar kûfî, çıktığı bölgenin doğusunda yazılan ve farklı özellikleri bulunanına meşrik kûfîsi, yine çıktığı bölgenin batısında yazılana ise mağrip kûfîsi adı verilmiştir.  Meşrik kûfî'si ile mağrip kûfîsi arasındaki merhalede Kayravan kûfîsi ortaya çıkmıştır.

Emevîlerde Döneminde Yazı (41-132/661-750)
Hat sanatının asıl gelişimi, daha çok yumuşak ve yuvarlak karakterli yazı üzerinde olmuştur. Bu gelişme en belirgin şekilde Emevîler döneminde başlamıştır.  Emevîler döneminde meşhur hattat Kutbetu'l-muharrir kûfî yazı üzerinde değişiklik yaparak, dört çeşit yazı meydana getirmiştir. Bunlar: celîl, tûmâr, sülüs ve nısf’tan ibârettir. Emevîler’in sonu ile Abbasîler’in ilk yıllarında yaşayan Kutbetü’l-Muharrir, daha önce kullanılan ve kalem ağzı genişliği belli olmayan celil’e nispeten, kalem ağzı genişliği belli olan tûmâr yazıyı icat etti.  Bu yazı daha sonra icat edilecek yazılar için ana ölçü görevi görmüştür. Kalem ağzı genişliği muayyen olmayan celîl kaleminin tûmar’a mahsus kalem ağzı genişliği 24 beygir (birzevn) kuyruğu kılıdır.  Bu da yaklaşık 15 mm. ye eşittir ki celî kaleminde de asgarî ölçü budur. Bu yazı resmî yazışmalarda kullanılmıştır. Tarihte ilk defa hattat unvanı ile karşımıza çıkan şahıs Kutbetü'l-muharrir' dir. Kutbe, Arab hattını sanat olarak geliştiren ilk şahıs ve kendinden sonra gelen büyük hattatlar silsilesinin başı olarak kabul edilir. İsminde bulunan muharrir sıfatı hattat anlamına gelmektedir. Gerçek yazı sanatkârı ile yazısı sadece güzel olanı birbirinden ayıran en eski kelime Muharrir'dir. Yazıyı sanatlı bir şekilde yazma endişeleri olmayıp, sadece kitap istinsâhı ile uğraşanlara ise verrâk adı verilmiştir. Uzun zaman sonra muharrir kelimesinin karşılığı hattat, verrak kelimesinin karşılığı ise kâtip olmuştur. Muhtemelen milâdî XII. yüzyıldan itibaren muharrir sıfatının yerini hattat sıfatı almıştır.
Başlangıçta kalın yazılar için sadece celîl ismi kullanılmıştır. Bu isim, çeşitleri oluşmamış biri yuvarlak diğeri düz karakterli yazıların büyük boyda yazılanlarına verilen bir isim idi. Celîl yazının üst seviyedeki devlet yazışmalarında kullanılan kalem ağzı kalınlığı belirli olan cinsine, dürülüp, bükülen kağıt yahut deriye nispeten tûmâr  adı verildi. Kalemu'l-celîl'in ince boyda yazılanına kitap istinsâhında kullanıldığı için neshî, verraklarca kullanıldığından da verrâkî adı verildi; bu yazı ince muhakkak özelliği göstermektedir. Üst seviyedeki devlet yazışmalarında kullanılan kalemu't-tûmârın üçte biri nispetinde olanına "üçte bir " manasına gelen sülüs adı verilmiştir.  Emeviler döneminde devlet merkezi Şam'da yazı şâmî ismini almıştır ki bu yazı kûfî yazının bir kolu olarak sayılmıştır.  Emeviler döneminde şöhret bulmuş bir diğer isim de Hâlid b. Ebi'l-Heyyâc'dır; bu şahıs Medine'de Mescid-i Nebevî'nin kıble duvarına Kur'an-ı Kerim'in son yirmi dört sûresini altınla ve muhtemelen celîl kûfî   ile yazmıştır. Emeviler döneminden o zamanın hattına delâlet edecek bir örnek zamanımıza ulaşmamış, muhtemelen Abbasiler devrinde yok edilmişlerdir. Endülüs Emevileri’nde kullanılan celîl yazının zemininde süsleme unsurları kullanılmıştır. Dik harflerde zülfe kullanılmamış, eliflerin alt uçları sol tarafa doğru kıvrılmıştır. Bazı harflerin uç kısımlarına tomurcuk şeklinde çiçek konulmuştur.

Abbâsîler Döneminde Yazı (132-656/750-1258)
Emevilerin sonu ve Abbâsîlerin başlarında kaynakların bahsettiği iki önemli sanatkâr, yazıyı Kutbe'nin başlattığı yönde geliştirmişlerdir. Bunlardan biri ez-Zahhak b. Aclân  diğeri ise, İshak b. Hammad el-Kâtip'tir.  Abbâsîler'in ilk devrinde yaşayan meşhur vezir ve aynı zamanda hattat olan Ebû Ali Muhammed b. Ali (İbn Mukle) (ö. 328/940), o zamana kadar uzun tecrübe ve arayışlarla elde edilen harf şekillerini belli ölçülere bağladı. Artık kûfînin etkisinden kurtulup, aklâm-ı sitteye dönmeye başlayan yazıya yeni bir şekil verdi. Bunda sahip olduğu hendese bilgisinin de etkisi vardır. Yazıyı düzene koyarken nokta, elif ve daireyi ölçü olarak aldı.  Nokta 'yı harflerin boyu, elif' i dik harflerin boyu, daire' yi ise çanak şeklindeki harflerin genişliği için ölçü olarak koydu. Böylece aklâm-ı sitteyi ölçü içerisine alıp düzene soktu. İbn-i Mukle kalem-i tûmâr-ı kûfi'den bahsetmiştir ki, kendi ifadesiyle bu hat cinsi harflerinde yuvarlaklık olmayan, tamamen düz hatlardan meydana gelen kûfidir.  Bu hat daha sonra ma'kılî olarak isimlendirilmiştir.

Ali b. Hilâl Yazısı ( TSMK-Bağdad 125, 34 a)
İbn Mukle'den bir asır sonra gelen ve onun mektebinin ikinci merhalesini temsil eden İbnü'l-Bevvâb (ö. 413/1022), İbn Mukle'nin seviyesine ulaşmak için, yıllarca onun yazılarını inceledi ve taklit etti; İbn Mukle yazısını geliştirdi ve güzelleştirdi.  Merhum Nihad M. Çetin'in ifadesiyle; "... benzerleri arasında ortak husûsiyetleri en bâriz şekilde taşıyan hat üslûplarını seçti ve çok muhtelif kanallarına yöneltti."  İbn Mukle ve İbnu’l-Bevvâb’ın celîl yazısına örnek elimizde olmamakla birlikte, İbnu’l-Bevvâb yolunda yazılmış celîl bir yazı örneği mevcuttur.
İbnü'l-Bevvâb'dan iki asır sonra, Ebu'l-Mecd Cemâleddin Yâkût b. Abdullah el-Musta'simî (ö. 698/1298), yazıya yeni bir nefes verdi. Yakût uzun süre İbn Mukle ve İbn Bevvâb'ın yazılarını inceleyerek, yazıda yeni bir tavır ortaya koymuştur. Onun sayesinde aklâm-ı sittenin kâideleri daha bir belirginleşerek, yazı güzelleşmiştir.
Yakût'un yaptığı en büyük değişiklik: o güne kadar düz kesilen kalemin ağzını eğri kesmesi ve eğimini arttırmasıdır.  Daha önce de belirtildiği gibi Yâkut, İbn Mukle ve İbn Bevvâb yazılarından istifade etmiş, onların kaidelerine bağlı kalmışsa da daha çok İbn Bevvâb'ın yazılarına zerâfet kazandırıp, bir üslûp meydana getirmiştir.  Yâkût'un bilhassa muhakkak ve reyhânîde ortaya koyduğu estetik kurallar, âhenk ve nisbet Osmanlı hat mektebinin doğuşuna kadar İslâm âleminde ideal örnekler olarak kabul edilmiştir. Mustakimzâde, Yâkût'un Kıbletü'l-Küttab (yazıcıların öncüsü) diye şöhret bulduğunu kaydeder.(43)  Abbâsîler'in siyasi hayatlarının bitişi ve Yâkut'un vefatından sonra Bağdat san'at merkezi olma özelliğini kaybetmiş, yerini önce Kâhire'ye daha sonra İstanbul'a bırakmıştır.
Fâtımîler döneminde kûfî yazının celîl örnekleri kullanılmıştır. Bu dönemde celîl yazının kullanımında zeminde çiçek ve rûmî motifler bulunmaktadır. El-Hakim Camii, el-Ezher Camii harim duvarı, el-Akmer Camii’nde bu örnekler görülebilir. Bu dönemden Halife el-Muntasır'ın kudretli kumandanlarından Emirü'l-Cuyûş Bedrü'l-Cemâlî tarafından yaptırılan El-Cuyûşî Camii (m. 1085) mihrabında bulunan tezyinî kûfî yanında mihrap içerisinde mevcut celî sülüs yazı önemli eserlerdendir. Fatımî eserlerinden incelenen tüm yazıların zeminlerinde tezyinat bulunmaktadır.
Karahanlılar döneminde tezyinî kûfî ve mâkilî ile birlikte celî sülüs tezyinatlı olarak kullanılmıştır. Bu dönemde Namazgâh Camii yazıları makılî, Özkent Celâleddin Hüseyin Türbesi portali tezyinî kûfî, Muhammed b. Nasr Türbesi’nde ise tezyinî celî sülüs örnekleri yer almaktadır. Buradaki celî sülüs yazı yalın olarak değil tezyinatla birlikte kullanılmıştır.
Gazneliler döneminde de mimarî eserlerde tezyinî kûfî kullanılmıştır. Aslan Câzib Türbesi kubbe kasnağı ve pencere üstleri tuğladan yapılan parçalarla tezyinî kûfîye rastlanır.

Selçuklular’da Celî Yazı
Selçuklular’da mimarî eserlerde celî sülüs ve kûfî kullanılmakla birlikte celî sülüs daha çok tercih edildi. Celî sülüs hem yalın hem de zemini süslü olarak, kûfîler ise tezyinî olarak kullanılmıştır. Bu dönemdeki yazıların ortak özelliği harflerin cılız, dik harflerin yukarıdan aşağı doğru incelmesidir. Ayrıca, yazıda kalem hareketlerinin özelliklerini görmek mümkün değildir.
Horasan Selçukluları devrinde yapılıp bünye değişikliği geçirmeden zamanımıza kadar gelen camilerden, Zavare Mescid-i Cuması'nda (m. 1136) bulunan kuşak şeklinde kûfî yazının zemini kıvrık dallı motiflerle süslenmiştir.  Aynı dönemden Ardistan Mescid-i Cuması’nda (m. 1160) kubbeye geçiş bölgesinde ve mihrapta zemini kıvrık dallı motiflerle süslü celî sülüs örneklerini görmek mümkündür. Burada celî sülüs satır esasına göre yazılmıştır.
Anadolu Selçukluları döneminde mimarî eserlerde kûfî, muhakkak ve celî sülüs yazı kullanılmıştır. Bu dönem eserlerinden yazılarıyla dikkat çeken Divriği Ulu Camii (m. 1129) portalinde zemini süslü celî sülüs kullanılmıştır. Burada dik harfler oldukça uzun ve harfler küttür. Milâdî 1253 yılında I. Alaaddin Keykubad'ın kızı Hond Hatun tarafından inşa olunan Erzurum Çifte Minareli Medresesi yazıları da celî sülüs ile olup zemininde kıvrık dallı motifler bulunmaktadır. Yazılar o dönemin özelliğini aksettirmektedir. Anadolu Selçukluları döneminden Konya Sırçalı Medrese (m. 1242),  yine aynı dönemden Divriği Sitti Melîk Türbesi (m. 1195) portali, Divriği Ulu Camii (m. 1229) inşâ kitabesi yazılarında celî sülüs zemini kıvrımdal rûmî ve geometrik desenlerle süslüdür. Aksaray Sultan Hanı portali (m. 1229), Konya İnce Minareli Medrese (m. 1258) portali ve Konya Karatay Medresesi (m. 1251-1252) yazıları örgülü kûfî ve ma'kılî yazı kullanılmıştır. Kubbe kasnağında kullanılan kûfî, o zamana kadar görülen yazılardan farklılık göstermektedir. Tercan, Mama Hatun Kümbeti, Selçukluların bir kolu olan Saltuklular’dan kalma abidevî bir eserdir. Burada kûfî ve celî sülüs yazı kullanılmış, celî sülüs yazı zemininde kıvrım dallı motifler kullanılmıştır. Kitabelerdeki celî sülüs harfleri yayvan olup, dik harfler yukarıdan aşağı doğru incelmektedir.
Bu dönem celî sülüsünün ortak özelliği, harflerin çok basit ve küt, dik harflerin yukarıdan aşağı doğru incelmesidir. Yazılarda Osmanlı döneminde göreceğimiz estetik, kalem hareketlerinin hakkı ve özellikleri, istifte harflerin birbirini kucaklaması gibi güzellikleri görmemiz mümkün değildir. Bu dönemde yazılan kûfî yazılar celî sülüse göre daha başarılı sayılabilir.
Orta Asya’da Hâkim Tirmizî Türbesi’nde bulunan celî yazılar çok başarılı, istif ve harfler mükemmeldir. Dik harfler dengeli bir şekilde dağıtılmış diğer harflerin dağılımında da çok başarılı olunmuştur. XIV. yüzyıla ait olan bu mezarın yazılarındaki başarı Osmanlı’da ancak XVI. yüzyılda yakalanabilmiştir.
Semerkand, Bibi Hanım Camii’nin gerek çini üzeri gerek taş üzerine mahkûk celî yazılarının harfleri tenâsüb olarak oldukça başarılı ve canlıdırlar. XV. yüzyıl başlarına ait olan bu yazılarda, istifteki çizgi uyumu zamanına göre dikkat çekici seviyededir.
Kûfî yazının mimarî eserlerde kullanımı Anadolu Selçukluları’na kadar devam etmiş, Osmanlı’da Fatih devrine kadar da zaman zaman süs unsuru olarak kullanılmış, Fatih devrinden sonra yerini tamamen celî sülüse terk etmiştir. Osmanlı devrinin ilk dönem eserleri Beylikler devri eserleri arasında sayıldığından, bu eserler Osmanlı başlığı altında incelenmiştir. 

Tezhip


Tarihi ve Genel Bilgi

Tezhip lügat manasına göre "altınlama" demektir. Eskilerin hüsnü-hat sanatı dedikleri güzel yazı niteliğindeki yazıların etrafı ve el yazması kitapların (Kur'an'lar, murakkalar, kıt'alar, divanlar) başlık sahifeleri ve diğer yerlerine çeşitli desen ve motiflerle yapılan süslemelere tezhip, bu sanatın ustalarına da müzehhip denir. Arapça’da altınlama manasına gelen tezhip sözü yalnız altın yaldızla işlenen işleri ifade etmez; boyalarla yapılan ince kitap tezyinatına da denir. Sırf altınla yapılan benzer işlere halkâri denilir ki altın yaldızla süslenmiş mânasına gelir.

Müzehhibler ekseriya nakış (Fr. Enlumineur) yapan sanatkarlardır.Genel olarak güzel ve stilize kompozisyonlara "nakış", bunu yapanlara da "nakkaş" derler ki, bunların sadece tek ve çeşitli renklerle terkibini yapanlar demektir. Tezhip veya tezhib Arapça “Zeheb” kökünden gelir. Yaldız sürme, yaldızlama, altınlama, altınla süsleme anlamındadır. Fakat bu kelime yalnız altın yaldızla yapılan, işlenen işleri ifade etmez. Boyalarla yapılan ince kitap tezyinatına, hüsn-ü hat murakkalarının kenarlarındaki süslemelere de denir. Tezhip daima yazı ile beraber yürümüş, “Tezhipkârî” denilen sanat, kitapların, levhaların, murakkaların ve sahifelerin süslenmesi sanatı olmuştur. Kitap sahifelerinin etrafına yaldızlı çizgiler çekerek onları çerçevelemek, cetvellemek, serlevhaları renkli ve yaldızlı tezyinat ile süslemek, satırların durak yerlerini küçük güllerle (noktalarla) ayırmak, sahifelerin haşiyelerine (marjlarına) vakıflar ve şemseler yapmak ve bazı sahifelerin kâğıtlarını tamamen süsleme şekilleriyle kapatarak yazı için hazırlamak hususlarıyla uğraşan erkek sanatkârlara “Müzehhip”, hanım sanatkârlara ise “Müzehhibe” denir.

Kitapların, levhaların, murakkaların elle yazıldığı zamanlarda önemli olan her el yazması eser ve özellikle Kur’ân-ı Kerîm’ler bazı ilim kitapları, şiir mecmuaları mutlaka özenle tezhiplenirdi. Orta Asya’da gelişmeye başlayan ve yüzyıllar boyu devam edegelen bu vasıf, Anadolu Selçukluları zamanında büyük bir önem kazanmış ve birbirinden güzel, başarılı pek çok sayıda eserler yapılmıştır. Beylikler Dönemi’nde de zenginleşerek gelişen tezhip sanatımızı Osmanlılar büyük bir miras olarak almışlar ve daha da geliştirmişlerdir. Diyebiliriz ki Türk Tezhibi’nin gelişimini Orta Asya, Selçuklu ve Osmanlı olmak üzere üç ana döneme ayırabiliriz. Her devrin tezhibi birbirinden farklıdır. Fakat bu üç devrin tezhip unsurları birbirine asla yabancı, zıt olmayan ve birbirinin istihalelerinden, gelişmelerinden ibaret bulunan şekiller, zevkler, uygulamalar olarak görülür. Bu konuda az bir bilgisi olan bile incelediğinde eserler üzerindeki bu üç muhtelif üslûbun birbiriyle akrabalığını, yakınlığını, aynı milletin bedii hislerinin eserleri olduğunu görür.

Bir sanat üslûbu, o sanatı meydana getiren ırkın, kavmin veya milletin iradesidir. Umûmî bir sanat mefhumu, anlayışı dünya sanat tarihinde mevcut değildir. Her millet bağlı bulunduğu, kültürünü meydana getirdiği unsurların daima tesiri altındadır; onlardan yola çıkarak eserler meydana getirir. Bu sebeplerle bir sanat üslûbunu, ancak onu meydana getiren milletin özüne nüfûz ederek anlayabiliriz. Yine diyoruz ki, Cumhuriyet Dönemi tezhip sanatımız da aynı soyun şerefli bir devamıdır. Her millet sanat değerlerini bizzat kendi varlığının köklerinde arar ve bulur. Bunu zamanın maddî-manevî imkânlarıyla geliştirir, sonraki nesle emanet eder. Bu yüce ideal nesiller boyu sürdürülmeli, canlı tutulmalıdır.

Ebru

Tarihi ve Genel Bilgi

Tarih boyunca hattatlar, nakkaşlar, müzehhipler, ressamlar, mimarlar ve daha pek çok sanatkar, var olan güzellikleri gözler önüne serme çabası ile sanat alemlerinde birer ışık olma görevi üstlenmiş ve geleceği aydınlatan birer nefer olmuşlardır. Bütün Osmanlı sanatlarında olduğu gibi ebru da zorlu, emek isteyen, geri dönüşü ve  tekrarı olmayan, çok değişkenli usta-çırak usulü ile öğrenilen bir sanattır. Ebrular yani kağıdın üzerinde beliren renkli hareler, bazen yapım tekniğiyle bazen desenin yarattığı çağrışımlarla, bezen de deseni yaratan sanatçının adıyla anılırlar.
Ebru sanatı icra eden nice ebruzen de, hayal dünyalarında gizli olan şekilleri suya yansıtma, bununla da yetinmeyip bu imgeleri maddi dünyada kalıcı hale getirmek için doğanın kalbinde gizli malzemelerle, yaşam kaynağı suyun üzerinde birbirine hiç karışmadan yüzen renkler harmonisi oluşturma görevini üstlenmişlerdir sanki…
Bir diğer anlamda eşsizliği dokunuşlarda gizli olan ve her defasında yeni yeni ifadeler kazanan bir kağıt boyama sanatıdır; ebru… Başka bir ifadeyle de, suyun üzerine resim çizme sanatı denilebilir…
Geleneksel Türk El Sanatları içerisinde özel bir yere sahip olan ebru, Türk kültüründeki süsleme anlayışının, güzellik, estetik ve zerafetinin bir simgesidir. Ebru, tekne içinde oluşturulan o uçsuz bucaksız dünyanın, sonsuz renk kombinasyonları ile kağıda aktarılarak ölümsüzleştiği bir abide gibidir…
Ebrunun felsefesi itibariyle de farklı dünyalara kapı aralamaktadır. Ebruda bulut gibi şeffaf bir güzellik saklıdır. Bir şafak ya da grup vakti, kırmızı, sarı, lacivert ve mavinin muhteşem uyumundan bir ebrunun şekillendiği görülür. Yine bazı gecelerde gökyüzünün geniş bir ebru teknesi olduğu ve usta bir fırçanın  lacivert, mavi ve ışıklı beyazın tüm ayrıntılarıyla şekillendirdiği bir sanat zahir olur. İşte sanatkarların da yaptığı, bu semavi güzellikleri yeryüzüne aksettirmek ve kağıt üzerinde ebedileştirmektir. Bu anlayış içerisinde ebru teknesi genişler, genişler… Ebrucunun benlikten uzaklaşan gönlü gibi genişler… Ve gittikçe bir kainata benzer…
Ve sözün özü, kainatı yüreğinde taşıyan eşsiz bir el sanatıdır ebru…


Vitray

Vitray sanatı, geçmiş mimarimizde çok güzel örneklerinin verilmesine rağmen, belirli bir süre ülkemizde unutulmuş, daha sonra yeni girişimlerle sanat hayatımıza yeniden kazandırılmıştır. Vitrayı görmemizi sağlayan ışığın, diğer resim türlerinden farklı olarak arkadan gelmesiyle, optik bir derinlik sağladığı görülür.


Telkari Gümüş

Dünyada “zırh örücülüğü” olarak örnekleri görülen gümüş örücülüğü, ülkemizde “Trabzon işi" olarak bilinmektedir. Yaklaşık 30-35 mikron (0,3 mm.) kalınlığındaki altın ya da gümüş tellerin ilmek ilmek örülmesiyle icra edilen bu sanatın ürünleri, Trabzon'dan yurdun hemen her yerine yayılmıştır. Kumaş gibi örülen ve istenilen uzunluklarda kesilerek çeşitli objelerin yapılabildiği bu sanatta düzgünlük en önemli detaydır.


Tel Kırma

Karadeniz Bölgemizde ve özellikle de Bartın yöremizde annelerimiz, ninelerimiz anlatamadıkları dileklerini ve sorunlarını tel kırma işleyip, onun üzerindeki desenlerle motiflerle aktarmaya çalışmışlardır. Gümüş tel kırma, gümüş telin tül üzerinde yansımasıdır. Gümüş tel ona bir çiçek, bir desen olmuş, bazen bayanların omzundaki çantayı süsleyen bir tavus kuşu, bazen bir çift kalp, bazen de masamızın örtüsünü süsleyen bir desen olup evimizdeki yerini almıştır.


Takı Tasarımı

Takının çağlar boyunca, mezarlardan, şatafatlı salonlara kadar süregelen serüveni, değerli taşların keşfedilmesiyle birlikte farklı boyutlar kazanarak günümüze gelmiştir. Yaşadığımız çağda takı, insan hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Her insanda güzellik ve estetiğe olan ilginin bir tezahürüdür takıya duyulan ihtiyaç...


Suni çiçek yapımı

Tabiatta bulunan herhangi bir çiçeği en ufak ayrıntılarına inerek aynen kopya etme veya ana hatlarını muhafaza ederek yeniden meydana getirme işlemidir. İSMEK’teki Suni Çiçek Yapımı eğitimlerinin konu başlıkları arasında bitkilerin sistemleştirilmesi ve hakkında genel bilgi, çiçek morfolojisi, yapma çiçek çeşitleri, yapma çiçek malzeme ve hazırlığı, yapma çiçeğin yapım yöntemleri bulunmaktadır.


Seramik

Biraz hava, su, ateş ile toprak yaşamımıza seramiği, yani dünyayı taşıyor. Dünyayı oluşturan dört element... Bir element eksik olursa seramik oluşamaz ya da ortaya çıkarılamaz. İşte bu dört elementi içinde barındıran seramiğin, dünyayı elinizin içinde hissetmenizi sağlayan gücü…


Resim

Resim, duygu ve düşüncelerin bir yüzey üzerine iki boyutlu olarak aktarılmasıdır. Görsel özellikler taşıyan tüm sanatların temelini oluşturan resim sanatında, çizgi, doku, renk, biçim, ışık-gölge gibi ögeler çeşitli teknikler kullanılarak zengin anlatım biçimlerine dönüşmektedir.Resmin geçmişi, insanlık tarihi kadar eskidir. İlk resim ve heykel çalışmalarına Yontma Taş Devri’nde rastlanmaktadır.


Polimer

Polimer kil yumuşak, kolayca şekil alabilen bir malzemedir. Polimer kil, kimyasal bir içeriğe sahiptir ve laboratuar ürünüdür. Fimo olarak da bilinen polimer kil, şekil verildikten sonra ev tipi fırınlarda pişirilerek sertleştirilmektedir. Pek çok renkte üretilen fimoyla çok değişik takı ve biblolar üretilebilmektedir. Doğal taşlar, cam, metal gibi ısıya dayanıklı ürünlerle birlikte de kullanılabilen fimo, takı tasarımında sıklıkla kullanılan bir maddedir.


Şiş örücülüğü

Şiş dantel örücülüğü, toplumuzdaki çeyiz geleneği nedeniyle yoğun şekilde yapılmaktadır. Şiş dantelinin diğer bir adı da “şifre danteli”dir. Her motifin şifresi kendi içinde anlamlı kelimelerle belirlenmiştir. Bu şifrelerin dili bütün dünyada aynıdır. Şiş dantel eğitimlerinde de öncelik bu şifrelerin çözümlerinin öğretilmesidir. Tek bir şifre yanlış okunduğunda bütünlük tamamen bozulmakta, motiflerin uçları denk düşmemektedir.


Mozaik

Küçük, birbirinden farklı ve üç boyutlu parçaları bir yüzey üzerinde yan yana getirerek resim oluşturma tekniğine ve esere “mozaik” denir. Işıkla bütünleşen ve kullanılan desene göre yarattığı farklı yansımalarla mekanları zenginleştiren ve ürünleri olduklarından daha değerli yapan bu dekoratif sanat türü, çok eski bir tarihin, derin bir kültürün ve farklı yorumların izlerini taşımaktadır.


Model Uçak Yapımı

Model uçak/maket yapımı, gerçek ölçülerinde bir plan üzerinde çalışarak ATA model uçağı imal edip, bu model üzerinde uçuş ayarlarını ve bu ayarların etkilerini göstermek amacıyla İSMEK-Türk Hava Kurumu (THK) işbirliği ile açılan bir branştır. Eğitimler Türk Hava Kurumu’nun uzman usta öğreticileri tarafından verilmektedir.


Makine Nakışı

 İşleme; çeşitli dokuma deri ve keçe üzerine iğne ve tığ gibi özel araçlarla elde veya makine de, çeşitli iplikler kullanılarak (ipek,yün,sim,rafya..vb) oluşturulan bezemedir. Zamanımızda hızla gelişen teknolojiye paralel olarak çok çeşitli işlemeler yapabilen makineler üretilmektedir. Bu makinelerle kısa sürede ürün elde edildiğinden ülke kalkınmasına da büyük ölçüde yarar sağlamaktadır.


Kuyumculuk Tasarımcılığı

Bu branşta, plaka halindeki gümüş veya altın, işlenerek vitrinde sergilenecek hale getirilmekte, her biri birbirinden farklı el işi ürünlere dönüştürülmektedir. Burada gerçekleştirilen çalışma önce hayal gücüyle yapılmak istenen objenin tasarlanması ve ardından bunun altın ya da gümüş plaka üzerine aktarılmasıdır. Kesim çalışmasının ardından şişirme, kaynak, tesviye, taşlama ve son olarak cila safhalarından geçirilen obje artık kullanıma hazır hale gelmektedir.


Kurdele Nakışı

Kurdele nakışı ile yapılan menekşeler, laleler, gelincikler, mineler üslendiği alanları sanki doğanın sihirli eli değmişçesine güzelleştirerek, zenginleştirmektedir. Kurdele nakışının kullanım alanı çok geniştir. Bu nakış ile etek, pantolon, mont gibi pek çok giysi süslenebilmekte, özellikle bebek giysilerinde bu nakışlar daha şirin durmaktadır.



Kumaş Boyama

İnsan hayatında zaman ve mekan tanımayan ihtiyaçların karşılanmasında önemli yeri olan kumaş, günümüz dünyasında bize kolaylıklar sağlayan bir çok eşyanın yapımında kullanılmaktadır… Bunların başında giyinme ile birlikte doğan kıyafet ihtiyacı gelmektedir. Ayrıca yaşanan her mekanda, mekanları yaşanılır kılan objelerin süslenmesinde kumaş kendine ayrı bir yer edinmiştir.


Kitre Bebek Yapımı

Kitre bitkisi Anadolu'da yetişen muhtelif geven (Astragalus) çeşitlerinin gövdelerinden sızıp havada katılaşan, beyaz yahut krem renkli plaka veya şeritler halinde bulunan yapışma kabiliyeti az bir zamk cinsine verilen ad. Ebru yapımında kullanılan suya, belli bir yoğunluğa sahip olma özelliği de veren bu madde, Türkiye'nin güney ve güneydoğu bölgelerinde kırlarda yetişen yabani bir dikenin özsuyundan ibaret.


Kırkyama

Yaratıcılık gücünü istediğiniz gibi kullanabileceğiniz bir sanat dalıdır kırkyama... Dikiş dikme tekniğini bilmeyen için zor olmakla beraber başarmak isteyen için hiçbir şey engel değildir. Farkını ortaya koymak isteyenler için ise biçilmiş bir kaftandır kırkyama... Temel malzemesi olan kumaşlarla istenilen model blokları üretilip puzzle gibi üretim yapılabilmektedir...


Kaligrafi

Kaligrafi, köken bakımından Yunanca kallos “güzel” ve graphos “yazı” kelimelerinden türemiştir. Bilinen en eski örnekleri M.Ö. 2494-2345 döneminde papirüsler üstüne yazılmış hieratik yazılar olan kaligrafiyi, ‘süsleyerek güzel ve zarif yazı yazma sanatı’ olarak tanımlamak mümkündür. Kaligrafi, ülkemizde genellikle “hat sanatı” ile aynı çerçevede anılıyor olsa da, esasında farklı konulardır.


Folyo

İlk yıllarda sadece tablo yapmak anlamında kullanılan folyo çalışmaları, artık ev dekorasyonundan kişisel eşyalara kadar bir çok alanda kullanılmaya başlanmıştır. Folyo, Türk kültüründe süsleme anlayışının, güzellik, estetik ve zerafetin bir simgesi olmuştur. Çok zorlu, emek isteyen, geri dönüşü ve tekrarı olmayan çok zevkli bir el sanatıdır.



28 Mayıs 2010 Cuma

İpek Halı Dokuma

Halı ve kilim sanatı, göçebe kavimlerin çadır yaşantısının bir gereği olarak doğmuş ve zamanla yaşam biçimlerini sembollerle ifade eden bir anlatım şekli olmuştur. 
Yapılan dokumalar, resim, heykel, fotoğraf gibi sanat dallarının yerini alan bir araçtır. 
Kadın elinin, gözünün ve gönlünün en güzel ürünlerinden olan bu sanat da her şey gibi değişime ayak uydurmuştur.



İpek Boyama

İpek, doğadan gelen güzel bir hediyedir. 
İpek boyama ise kısaca kumaş üzerine sulu boya yapma sanatıdır. 
Zor ve zahmetli olmasının yanı sıra eser ortaya çıktıktan sonra müthiş bir gurur ve övünç kaynağıdır da… İpek boyama tekniği, ipek dışında her türlü kumaşta kullanılabilir. 
İnce kandıra, ödemiş ipeği, polyester alpaka, şile bezi, ince kumaşlar vb.



İğne Oyası

Milli kültürümüzün kendine özgü niteliklerini yitirmeden, çağdaş boyutlar kazanması için kadın el sanatlarından olan oyaların, günlük yaşantımızda yerini alması, geçmişten gelen bu mirasın gelecek kuşaklara aktarılması ve zamanla kaybolmaması açısından son derece önemlidir.



Gravür

Gravür, ağaç, metal ve taş bir yüzeye ayrı katlar halinde değişik kabartma ve kazıma resim tekniğidir.
Gravür, kökeni çok eskiye dayanan sanatlardan biridir.Gravür sanatı, özellikle Avrupa’da büyük ustaların denedikleri ve önemli yapıtlarla çeşitlendirip geliştirdikleri bir türdür.



Giyim

Giysinin belirli bir süredeki kullanımı ve bunların yerine farklı olanını elde etme isteği, modanın doğmasına yol açmıştır. 
Hızlı bir yaşam biçimini benimseyen günümüz insanı, bütün değişiklikleri bir ararda yaşamaktadır. Kişileri tanıma biçimlerinden biri de giyimin dışa yansımasıdır. 
Kişilerin giyim zevkleri; estetik ve beğenilerini ekonomik durumlarını mesleki statülerini, gelir düzeylerini öne çıkaran bir unsurdur.



Maket Gemi Yapımı

Pirinç, bakır, alüminyum levhalar, çıta, kontraplak ve yapıştırıcı gibi malzemeler başta olmak üzere detaylar için gerekli pek çok malzemenin kullanıldığı gemi maket yapımında tekne çeşitleri, sandal, yat, kayık, yük gemisinin yanı sıra kruvazör, römorkör, tanker modelleri de uygulanmaktadır. 
Bir hobi branşı olmasının yanında gelir elde etme imkanı da sağlamaktadır. 
Konu başlıkları içerisinde temel bilgiler, modelleme, kullanılan malzemeler, yapım teknikleri yer almaktadır.



Filografi

Çivi ve tel… İsimleri soğuk ancak ikisinin maharetli ellerde şekillenen ve adı sanat olan evliliğinden doğan, hayret verici güzellikteki çocuk; filografi… Çivilerin arasından tellerin geçirilmesi ile objelere estetik görününüm kazandırılması işlemi olarak tanımlanan filografide, belli örgü teknikleri kullanılarak hat yazıları, simetrik desenler, amblemler, çiçekler ve çizgi film karakterleri panolar haline getirilebiliyor.



Fantazi Giyim

Kişilerin dış görünüşü sosyal yaşamın önemli unsurlarından biridir. İnsan, doğası gereği dış dünyayla ilgili ilk izlenimlerini görerek edinir. Bizler de bu anlamda giyimimizle sosyal alanda bu ilk izlenimleri oluştururuz. 
Kıyafetler giyildiği ortama uygunluğuyla kişinin özgüvenini pekiştirir.



Ev Tekstili / Mefruşat

Mefruşat, günümüzde başlı başına bir sektör haline gelmiştir. 
Artık sadece el yapımı değil, fabrikasyon ürünlerde yapılıp, alıcısıyla buluşmaktadır.
Ülkemizde el becerilerini ortaya koymak ve aile ekonomisine katkıda bulunmak isteyen ev hanımları, el emeği göz nuru eserlerini satarak üretime katılmaktadırlar.



Ev Aksesuarları

Ev dekorasyonunu tamamlayan, artık malzemeler ya da parça kumaşlar kullanılarak çeşitli süsleme unsurlarının bir araya getirilmesiyle oluşturulan materyallerdir.
Evde kullanılacak aksesuarlar, aksesuarlarda kullanılacak araç ve gereçler, değerlendirilecek artıklar, aksesuarın evimizdeki yeri ve önemi bulunmaktadır.



El Nakışı

Eski dönemlerde Türk evlerindeki eşyalar arasında dokuma işleri büyük yer tutmaktaydı. Bunlar sandıklarda bir tür aile hazinesi olarak muhafaza edilirdi. Bu işlemelerin anlatım gücünü yalnızca teknik mükemmellik ya da başarılı kompozisyonla açıklamak yanlış olur; asıl bunları işleyenlerin coşkusu, kendilerini sözle anlatmalarına izin vermeyen bir toplumda duygularını, isteklerini, ümitlerini el işiyle dile getirmeleri, bu işlemelere güzelliğini verir.


El nakışı ile ilgili yazılarımıza, modellerimize, nasıl yapıldığına ileride bilgi vericez...
Unutmamak gerekir ki el nakışı sabır, incelik ve zerafet isteyen bir şeydir ve bizde sabırlıyız her şey zamanla inşallah...

Desen Tasarımı

Günümüzde desen tasarımı, günün modasına, o kentin ya da ulusun kültürüne bağlı olarak gelişir. 
Kent kültürünün, popüler yaklaşımından oluşan yeni motiflerle zengin bir görselliğin sunulabileceği tasarım dünyası, eski kültür sembollerinin modern yansımalarını da sunabilmektedir. 
Yansıma her zaman o ‘sembolün’ bir yansıması şeklinde olmayabilir.



Deri Süsleme Sanatı

Deri süslemeciliği, Türk el sanatları içinde en eski ve önemli sanat dallarından biridir. 
Deri malzeme, teknik duygu ve düşüncelerle yoğrularak kültürümüzün özelliklerin yansıtan ürünler ortaya koyması açısından önemlidir. 
Dini kitaplarda da Adem ve Havva’nın cennetten çıkarken sırtlarında pöstekiler olduğuna dair bilgiler vardır...

Çakıl Taşıyla Resim

Çakıl taşlarının süslemede kullanılması yaygın bir tekniktir. Çakıl taşlarıyla resim ise yalnızca çakıl taşları kullanarak tuval üzerinde bir tablo oluşturma tekniğidir. 
İlk etapta işe desen çalışmasıyla başlanır ve daha sonra ardından fon boyama uygulamalarıyla bu teknik geliştirilmektedir...



Porselen Boyama

Evlerimizden dış dünyaya açılan gözümüz oldu cam. Avize oldu karanlıkları aydınlattı, parfüm şişesi oldu mis kokularını yaydı. Sarayları, camileri, duvarları, kapıları, pencereleri, vitrinleri, süsledi. 
Boncuk oldu yakalarımızı süsledi, renk renk, çeşit çeşit tabak oldu, bardak oldu sofralarımızı süsledi.