Bu Blogda Ara

1 Haziran 2010 Salı

Hat


Tarihi ve Genel Bilgi


Arap yazısının ortaya çıkışı hakkında İslâmî kaynaklarda çok farklı ve çeşitli rivayetler mevcuttur.  Bu bilgiler ihtilâflı olduğu gibi kesin de değildir. Merhum Nihad M. Çetin (ö. 1991) bu bilgi ve rivayetleri üç ana grupta toplamıştır.  Birinci görüş: yazının kaynağı tevkîfî, yani ilâhîdir. Buna göre, bütün yazıların mucidi, ilk insan ve peygamber olan Hz. Âdem'dir. Hz. Âdem, yazıları balçıklar üzerine yazmış, Nuh tufanından sonra da her kavim kendi yazısını bulup öğrenmiştir. İlk Arap yazısını öğrenen Hz. İsmail olmuştur. İkinci görüş: Arap yazısının "güney arabistan yazısı" yahut "himyerî" yazıdan türediği şeklindedir. Yazı Güney Arabistan'dan, ticarî münasebetler sebebiyle, önce Şam bölgesine, daha sonra da Hicâz bölgesine intikal etmiştir. Üçüncü görüş ise: Arap yazısının nabat yazısının değişiminden elde edildiği şeklindedir.
Bugün artık ilmî araştırmalar sonucu kabul edilen görüş, Arap yazısının nabat yazısından türediği, hatta onun gelişmiş bir devamı olduğu şeklindedir.  Nabatî yazısından Arap yazısına geçiş IV. ve V. milâdî asırda olmuş, yazının Hicaz bölgesine geçişi, Havran, Petra ve el-Ulâ üzerinden gerçekleşmiştir.  Arap yazısı, ârâmi halkasıyla fenike yazısına bağlanmaktadır. Arâmi yazısından nabat yazısı geliştirilmiş ve bundan da Arap yazısı doğmuştur.
Nabat yazısından Arap yazısına geçişteki merhaleleri görme imkânı verecek kitabelerin en eskisi Ümmü'l-Cimâl (m. 250) ve en-Nemâre (m. 328) kitabeleridir. Bu kitabeler Araplara ait olduğu halde Nabat kültürünün etkisi ile Nabat yazısıyla yazılmıştır.  Bahsedilen kitabeler dikkatlice incelendiğinde, ilk devir Arap yazısının, Nabat yazısı harf şekillerine yakınlığı görülebilir.
Arapça, Süryâni dili ve yunanca olarak yazılan Zebed Kitâbesi (m. 512), artık Nabat yazısının Araplarca benimsendiğini, Arapçanın da yazı dili olarak kendini göstermeye başladığının işaretidir.
İslâm'ın doğuşu sırasındaki Arap yazısı ile, Şam'ın güneydoğusunda bulunan milâdî 528 tarihli Üveys kitâbesi ve Şam'ın güneyinde bulunan, milâdî 568 tarihli Harran kitabelerindeki yazılar arasındaki benzerlik çok ileri bir seviyededir.

Yazının Sanat Olarak Çeşitlenmesi
İslâm'ın ilk yıllarında yazının, kullanım sahaları ve  kullanılan malzemenin tesiri ile iki ayrı tarzı doğmaya başladı. Bunlar mushaf, kitabe ve önemli vesikanın yazıldığı sert ve köşeli yazı ile günlük işlerde kullanılan yumuşak ve kavisli hatların hâkim olduğu yuvarlak karakterli yazı tarzıdır.(8)
Yazının asıl gelişme yolunu bulduğu yuvarlak karakterli yazının kalın kalemle yazılmış şekline kalemü’l-celîl adı verilmiştir. Esasen, o devirde her iki karakterdeki yazının kalın kalemle yazılan cinsine, bu ad verilmekte idi.(9)  Osmanlı mektebinde celîl  ismi celîye dönüşmüş ise de başlangıçtaki celîl yazı ile Osmanlı celîsi arasında -ikisinin de kalın yazılmaları dışında- bir ilişki yoktur.
Yazı Mekke'de mekkî, Medîne'de medenî adını aldı. Hz. Ömer ve Hz. Ali hilâfetleri döneminde yazı Basra ve Kûfe'de, evvelâ geldiği şehirlere nispeten mekkî ve medenî olarak isimlendirildi; kısa süre sonrada yazı şehirlere nispetle basrî ve kûfî isimlerini aldı. Başlangıcından beri, mushaf, kitabe, ve önemli vesikanın tespitinde kullanılan sert ve köşeli yazı Kûfe şehrinde geliştirilerek kûfî ismini aldı.  Böylece ilk defa yuvarlak karakterli yazı ve köşeli yazı isim ve vasıf olarak kesin olarak ayrıldılar. Daha sonraları kûfi yazı gelişerek muhtelif bölgelerdeki aynı karakterdeki yazıların ana ismi olmuştur.  Kûfî yazı daha sonraları çok farklı şekillerde tasnif edilmiştir. Yapılarına göre yapılan tasnifte kûfî yazı beş kısma ayrılmıştır; 1- Basit kûfî, 2- Yapraklı  kûfî, 3- Zemini süslü  kûfî, 4- Örgülü kûfî, 5- Geometrik kûfî. Yazıldıkları bölgelere göre de kûfî yazı üç kısma ayrılmıştır; çıktığı bölge ve çevresinde yazılanlar kûfî, çıktığı bölgenin doğusunda yazılan ve farklı özellikleri bulunanına meşrik kûfîsi, yine çıktığı bölgenin batısında yazılana ise mağrip kûfîsi adı verilmiştir.  Meşrik kûfî'si ile mağrip kûfîsi arasındaki merhalede Kayravan kûfîsi ortaya çıkmıştır.

Emevîlerde Döneminde Yazı (41-132/661-750)
Hat sanatının asıl gelişimi, daha çok yumuşak ve yuvarlak karakterli yazı üzerinde olmuştur. Bu gelişme en belirgin şekilde Emevîler döneminde başlamıştır.  Emevîler döneminde meşhur hattat Kutbetu'l-muharrir kûfî yazı üzerinde değişiklik yaparak, dört çeşit yazı meydana getirmiştir. Bunlar: celîl, tûmâr, sülüs ve nısf’tan ibârettir. Emevîler’in sonu ile Abbasîler’in ilk yıllarında yaşayan Kutbetü’l-Muharrir, daha önce kullanılan ve kalem ağzı genişliği belli olmayan celil’e nispeten, kalem ağzı genişliği belli olan tûmâr yazıyı icat etti.  Bu yazı daha sonra icat edilecek yazılar için ana ölçü görevi görmüştür. Kalem ağzı genişliği muayyen olmayan celîl kaleminin tûmar’a mahsus kalem ağzı genişliği 24 beygir (birzevn) kuyruğu kılıdır.  Bu da yaklaşık 15 mm. ye eşittir ki celî kaleminde de asgarî ölçü budur. Bu yazı resmî yazışmalarda kullanılmıştır. Tarihte ilk defa hattat unvanı ile karşımıza çıkan şahıs Kutbetü'l-muharrir' dir. Kutbe, Arab hattını sanat olarak geliştiren ilk şahıs ve kendinden sonra gelen büyük hattatlar silsilesinin başı olarak kabul edilir. İsminde bulunan muharrir sıfatı hattat anlamına gelmektedir. Gerçek yazı sanatkârı ile yazısı sadece güzel olanı birbirinden ayıran en eski kelime Muharrir'dir. Yazıyı sanatlı bir şekilde yazma endişeleri olmayıp, sadece kitap istinsâhı ile uğraşanlara ise verrâk adı verilmiştir. Uzun zaman sonra muharrir kelimesinin karşılığı hattat, verrak kelimesinin karşılığı ise kâtip olmuştur. Muhtemelen milâdî XII. yüzyıldan itibaren muharrir sıfatının yerini hattat sıfatı almıştır.
Başlangıçta kalın yazılar için sadece celîl ismi kullanılmıştır. Bu isim, çeşitleri oluşmamış biri yuvarlak diğeri düz karakterli yazıların büyük boyda yazılanlarına verilen bir isim idi. Celîl yazının üst seviyedeki devlet yazışmalarında kullanılan kalem ağzı kalınlığı belirli olan cinsine, dürülüp, bükülen kağıt yahut deriye nispeten tûmâr  adı verildi. Kalemu'l-celîl'in ince boyda yazılanına kitap istinsâhında kullanıldığı için neshî, verraklarca kullanıldığından da verrâkî adı verildi; bu yazı ince muhakkak özelliği göstermektedir. Üst seviyedeki devlet yazışmalarında kullanılan kalemu't-tûmârın üçte biri nispetinde olanına "üçte bir " manasına gelen sülüs adı verilmiştir.  Emeviler döneminde devlet merkezi Şam'da yazı şâmî ismini almıştır ki bu yazı kûfî yazının bir kolu olarak sayılmıştır.  Emeviler döneminde şöhret bulmuş bir diğer isim de Hâlid b. Ebi'l-Heyyâc'dır; bu şahıs Medine'de Mescid-i Nebevî'nin kıble duvarına Kur'an-ı Kerim'in son yirmi dört sûresini altınla ve muhtemelen celîl kûfî   ile yazmıştır. Emeviler döneminden o zamanın hattına delâlet edecek bir örnek zamanımıza ulaşmamış, muhtemelen Abbasiler devrinde yok edilmişlerdir. Endülüs Emevileri’nde kullanılan celîl yazının zemininde süsleme unsurları kullanılmıştır. Dik harflerde zülfe kullanılmamış, eliflerin alt uçları sol tarafa doğru kıvrılmıştır. Bazı harflerin uç kısımlarına tomurcuk şeklinde çiçek konulmuştur.

Abbâsîler Döneminde Yazı (132-656/750-1258)
Emevilerin sonu ve Abbâsîlerin başlarında kaynakların bahsettiği iki önemli sanatkâr, yazıyı Kutbe'nin başlattığı yönde geliştirmişlerdir. Bunlardan biri ez-Zahhak b. Aclân  diğeri ise, İshak b. Hammad el-Kâtip'tir.  Abbâsîler'in ilk devrinde yaşayan meşhur vezir ve aynı zamanda hattat olan Ebû Ali Muhammed b. Ali (İbn Mukle) (ö. 328/940), o zamana kadar uzun tecrübe ve arayışlarla elde edilen harf şekillerini belli ölçülere bağladı. Artık kûfînin etkisinden kurtulup, aklâm-ı sitteye dönmeye başlayan yazıya yeni bir şekil verdi. Bunda sahip olduğu hendese bilgisinin de etkisi vardır. Yazıyı düzene koyarken nokta, elif ve daireyi ölçü olarak aldı.  Nokta 'yı harflerin boyu, elif' i dik harflerin boyu, daire' yi ise çanak şeklindeki harflerin genişliği için ölçü olarak koydu. Böylece aklâm-ı sitteyi ölçü içerisine alıp düzene soktu. İbn-i Mukle kalem-i tûmâr-ı kûfi'den bahsetmiştir ki, kendi ifadesiyle bu hat cinsi harflerinde yuvarlaklık olmayan, tamamen düz hatlardan meydana gelen kûfidir.  Bu hat daha sonra ma'kılî olarak isimlendirilmiştir.

Ali b. Hilâl Yazısı ( TSMK-Bağdad 125, 34 a)
İbn Mukle'den bir asır sonra gelen ve onun mektebinin ikinci merhalesini temsil eden İbnü'l-Bevvâb (ö. 413/1022), İbn Mukle'nin seviyesine ulaşmak için, yıllarca onun yazılarını inceledi ve taklit etti; İbn Mukle yazısını geliştirdi ve güzelleştirdi.  Merhum Nihad M. Çetin'in ifadesiyle; "... benzerleri arasında ortak husûsiyetleri en bâriz şekilde taşıyan hat üslûplarını seçti ve çok muhtelif kanallarına yöneltti."  İbn Mukle ve İbnu’l-Bevvâb’ın celîl yazısına örnek elimizde olmamakla birlikte, İbnu’l-Bevvâb yolunda yazılmış celîl bir yazı örneği mevcuttur.
İbnü'l-Bevvâb'dan iki asır sonra, Ebu'l-Mecd Cemâleddin Yâkût b. Abdullah el-Musta'simî (ö. 698/1298), yazıya yeni bir nefes verdi. Yakût uzun süre İbn Mukle ve İbn Bevvâb'ın yazılarını inceleyerek, yazıda yeni bir tavır ortaya koymuştur. Onun sayesinde aklâm-ı sittenin kâideleri daha bir belirginleşerek, yazı güzelleşmiştir.
Yakût'un yaptığı en büyük değişiklik: o güne kadar düz kesilen kalemin ağzını eğri kesmesi ve eğimini arttırmasıdır.  Daha önce de belirtildiği gibi Yâkut, İbn Mukle ve İbn Bevvâb yazılarından istifade etmiş, onların kaidelerine bağlı kalmışsa da daha çok İbn Bevvâb'ın yazılarına zerâfet kazandırıp, bir üslûp meydana getirmiştir.  Yâkût'un bilhassa muhakkak ve reyhânîde ortaya koyduğu estetik kurallar, âhenk ve nisbet Osmanlı hat mektebinin doğuşuna kadar İslâm âleminde ideal örnekler olarak kabul edilmiştir. Mustakimzâde, Yâkût'un Kıbletü'l-Küttab (yazıcıların öncüsü) diye şöhret bulduğunu kaydeder.(43)  Abbâsîler'in siyasi hayatlarının bitişi ve Yâkut'un vefatından sonra Bağdat san'at merkezi olma özelliğini kaybetmiş, yerini önce Kâhire'ye daha sonra İstanbul'a bırakmıştır.
Fâtımîler döneminde kûfî yazının celîl örnekleri kullanılmıştır. Bu dönemde celîl yazının kullanımında zeminde çiçek ve rûmî motifler bulunmaktadır. El-Hakim Camii, el-Ezher Camii harim duvarı, el-Akmer Camii’nde bu örnekler görülebilir. Bu dönemden Halife el-Muntasır'ın kudretli kumandanlarından Emirü'l-Cuyûş Bedrü'l-Cemâlî tarafından yaptırılan El-Cuyûşî Camii (m. 1085) mihrabında bulunan tezyinî kûfî yanında mihrap içerisinde mevcut celî sülüs yazı önemli eserlerdendir. Fatımî eserlerinden incelenen tüm yazıların zeminlerinde tezyinat bulunmaktadır.
Karahanlılar döneminde tezyinî kûfî ve mâkilî ile birlikte celî sülüs tezyinatlı olarak kullanılmıştır. Bu dönemde Namazgâh Camii yazıları makılî, Özkent Celâleddin Hüseyin Türbesi portali tezyinî kûfî, Muhammed b. Nasr Türbesi’nde ise tezyinî celî sülüs örnekleri yer almaktadır. Buradaki celî sülüs yazı yalın olarak değil tezyinatla birlikte kullanılmıştır.
Gazneliler döneminde de mimarî eserlerde tezyinî kûfî kullanılmıştır. Aslan Câzib Türbesi kubbe kasnağı ve pencere üstleri tuğladan yapılan parçalarla tezyinî kûfîye rastlanır.

Selçuklular’da Celî Yazı
Selçuklular’da mimarî eserlerde celî sülüs ve kûfî kullanılmakla birlikte celî sülüs daha çok tercih edildi. Celî sülüs hem yalın hem de zemini süslü olarak, kûfîler ise tezyinî olarak kullanılmıştır. Bu dönemdeki yazıların ortak özelliği harflerin cılız, dik harflerin yukarıdan aşağı doğru incelmesidir. Ayrıca, yazıda kalem hareketlerinin özelliklerini görmek mümkün değildir.
Horasan Selçukluları devrinde yapılıp bünye değişikliği geçirmeden zamanımıza kadar gelen camilerden, Zavare Mescid-i Cuması'nda (m. 1136) bulunan kuşak şeklinde kûfî yazının zemini kıvrık dallı motiflerle süslenmiştir.  Aynı dönemden Ardistan Mescid-i Cuması’nda (m. 1160) kubbeye geçiş bölgesinde ve mihrapta zemini kıvrık dallı motiflerle süslü celî sülüs örneklerini görmek mümkündür. Burada celî sülüs satır esasına göre yazılmıştır.
Anadolu Selçukluları döneminde mimarî eserlerde kûfî, muhakkak ve celî sülüs yazı kullanılmıştır. Bu dönem eserlerinden yazılarıyla dikkat çeken Divriği Ulu Camii (m. 1129) portalinde zemini süslü celî sülüs kullanılmıştır. Burada dik harfler oldukça uzun ve harfler küttür. Milâdî 1253 yılında I. Alaaddin Keykubad'ın kızı Hond Hatun tarafından inşa olunan Erzurum Çifte Minareli Medresesi yazıları da celî sülüs ile olup zemininde kıvrık dallı motifler bulunmaktadır. Yazılar o dönemin özelliğini aksettirmektedir. Anadolu Selçukluları döneminden Konya Sırçalı Medrese (m. 1242),  yine aynı dönemden Divriği Sitti Melîk Türbesi (m. 1195) portali, Divriği Ulu Camii (m. 1229) inşâ kitabesi yazılarında celî sülüs zemini kıvrımdal rûmî ve geometrik desenlerle süslüdür. Aksaray Sultan Hanı portali (m. 1229), Konya İnce Minareli Medrese (m. 1258) portali ve Konya Karatay Medresesi (m. 1251-1252) yazıları örgülü kûfî ve ma'kılî yazı kullanılmıştır. Kubbe kasnağında kullanılan kûfî, o zamana kadar görülen yazılardan farklılık göstermektedir. Tercan, Mama Hatun Kümbeti, Selçukluların bir kolu olan Saltuklular’dan kalma abidevî bir eserdir. Burada kûfî ve celî sülüs yazı kullanılmış, celî sülüs yazı zemininde kıvrım dallı motifler kullanılmıştır. Kitabelerdeki celî sülüs harfleri yayvan olup, dik harfler yukarıdan aşağı doğru incelmektedir.
Bu dönem celî sülüsünün ortak özelliği, harflerin çok basit ve küt, dik harflerin yukarıdan aşağı doğru incelmesidir. Yazılarda Osmanlı döneminde göreceğimiz estetik, kalem hareketlerinin hakkı ve özellikleri, istifte harflerin birbirini kucaklaması gibi güzellikleri görmemiz mümkün değildir. Bu dönemde yazılan kûfî yazılar celî sülüse göre daha başarılı sayılabilir.
Orta Asya’da Hâkim Tirmizî Türbesi’nde bulunan celî yazılar çok başarılı, istif ve harfler mükemmeldir. Dik harfler dengeli bir şekilde dağıtılmış diğer harflerin dağılımında da çok başarılı olunmuştur. XIV. yüzyıla ait olan bu mezarın yazılarındaki başarı Osmanlı’da ancak XVI. yüzyılda yakalanabilmiştir.
Semerkand, Bibi Hanım Camii’nin gerek çini üzeri gerek taş üzerine mahkûk celî yazılarının harfleri tenâsüb olarak oldukça başarılı ve canlıdırlar. XV. yüzyıl başlarına ait olan bu yazılarda, istifteki çizgi uyumu zamanına göre dikkat çekici seviyededir.
Kûfî yazının mimarî eserlerde kullanımı Anadolu Selçukluları’na kadar devam etmiş, Osmanlı’da Fatih devrine kadar da zaman zaman süs unsuru olarak kullanılmış, Fatih devrinden sonra yerini tamamen celî sülüse terk etmiştir. Osmanlı devrinin ilk dönem eserleri Beylikler devri eserleri arasında sayıldığından, bu eserler Osmanlı başlığı altında incelenmiştir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder