Tarih boyunca insanlar, günlük ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıkları araçlar üretmişler. Yüreklerini avuçlarında taşıyanlar ise, eşyalarıyla bütünleşmek istemişler her zaman. Bilmişler ki kullandıkları materyalleri yaratıcıları vermiş. Bilmişler ki, yüreklerindeki güzelliği, bedenlerindeki kabiliyeti yaratıcıları vermiş. Bu duygu ve bilinçle, üretmişler eserlerini güneşin yedi renginden pırıltısını alan sedefle. Bir gelini giydirip süsler gibi, giydirip süslemişler eşyalarını. M. Zeki Kuşoğlu hocanın deyimiyle;
“Hanım efendinin aynasından, çelebinin kavukluğuna kadar sedefle süslemişler eşyalarını Osmanlılar.”
“Hanım efendinin aynasından, çelebinin kavukluğuna kadar sedefle süslemişler eşyalarını Osmanlılar.”
Tabi yalnızca Osmanlı değil, tüm dünya sanatkârları... Sedefin yanardöner renkleri büyülemiş insanları. Bu büyü etkisiyle duygularını ve dinlerini aktarmada yardımcı olacağını düşünerek, ürettikleri eserlerde kullanmışlar sedefi. Tüm dünya sanatkârları tarih boyunca değişik teknikler ve üsluplarla, muhteşem eseler üreterek, tarihe ciddi miraslar bırakmışlar.
Bu eserleri üretirken son derece kıvrak bir zekâ ve titizlikle sert bir malzeme olan sedefi, nispeten daha yumuşak olan ağaçla bazen fildişi ile bazen bronzla, bazen gümüşle hatta mermerle bile birleştirerek zarif eserler üretmişler. Ürettikleri eseler, son derece kalıcı dönüşümü olabilen (restore edilebilen) eserler olmuş…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder