Bir milletin kendine has sanatı, halkın kültür seviyesinin ve sosyal hayatının sembollerini oluşturarak fikir edinmemizi sağlar. Maddi manevi her değerin içinde sakladığı kıymet kadar, insanlığa sunuş şekli de önemlidir. Bu sunuştaki incelik ve zerafet verilenin önemini anlatmaya yardımcı olur. Türkler yaradılışın üç unsuru olan ateş, toprak ve suyu kullanarak, hayatının nihai amaçlarından olan güzelliği yakalamak için zamana meydan okuyan sırlarla, çiniyi yaratıp ölümsüzleştirmiştir. Çiniler tüm dünyaya ışık saçarak, kıvrımlarının sürekli hareketi ile durmaksızın evlerimizi, camilerimizi, saray, köşk ve hamamlarımızı süslemeye devam eder. Çininin tüm dünyada bu kadar beğenilmesinin sebebi; Osmanlı sanatçılarının sırrın altında değerli taşların rengini yakalamaları ve bunu çinide renklere aktarmalarıdır. Lapis lazulinin koyu mavisi, mercanın kırmızısı, turkuazın cam göbeği, firuzenin mavisi, zümrüdün yeşili gibi yarı değerli taşların renklerini şekiller ve motiflerle karakterize ederek insanlığa sundular. İnsanlar çiniye dokunduğunda bu değerli taşların renklerini algılar, sıcaklık ve mutluluk hisseder. Harika biçimlendirilmiş kompozisyonlar ise bakıldığında insana yaşama ve doğa sevgisini aşılar. Çini, Osmanlı İmparatorluğu’nun trajik kaderine bağlı bir ekonomi ve sanat olayı olmuştur. Çininin üretildiği çağlarda ekonomideki yerleri önemli, kullanım alanları da çok genişti. Tabak, tepsi, bardak gibi sofra eşyalarından kandillere varlıklı evlere, medrese, cami, türbe gibi kamu yapılarında dekoratif mimari eleman olarak kullanılmaya kadar gidilirdi. Bütün bu ürünlerin ortak özellikleri hem güzel ve dayanıklı hem de kolay temizlenir ve temiz tutulabilir olmalarıdır. Bu yüzden bunlar, örneğin sofralarda tahta ve madeni eşyanın yerini alabilmekte ve özellikle Çin’den gelen pahalı ithal malı sofra eşyasıyla kalite ve fiyat bakımından rekabet edebilmekte idi. Araştırmacılardan öğrendiğimize göre çiniler özellikle İznik ürünleri geçmiş asırlarda dünyanın bir çok ülkesine hatta Çin’e bile ihraç edilmiştir. Fakat ne yazık ki yükselişi gibi düşüşü de imparatorluk sınırlarının gerilemesine bağlı olarak ekonomik ve mimari hayatın zarar görmesi ile gerçekleşmiş bir dönem nerede ise imalatın durmasına varmıştır. Klasik Osmanlı çini sanatı özellikle İznik’te saray destekli olarak gelişmiş olup, masraf ve Ehl-i Hiref (Sanatkarlardan oluşan örgüt)defterlerinden anlaşıldığı gibi İstanbul’da sarayda da çiniciler bölüğü bulunmaktaydı. Bu defterlerden anlaşılan o dönem saraya bağlı 1000’e yakın sanatçı estetikle fonksiyonu birleştirerek geleneksel Osmanlı sanatlarında bugün bile tüm dünyanın hayranlık duyduğu eserleri vermiştir. Osmanlı imparatorluğunun her anlamda doruğa çıktığı 16.yy’da özellikle İznik çinileri sanat tarihimizin gelişimini vurgulayarak yüzyıllara meydan okumuş ve günümüze dek bizleri ışığıyla aydınlatmıştır.
Hi, probably our entry may be off topic but anyways, I have been surfing around your blog and it looks very professional.
YanıtlaSilIt’s obvious you know your topic and you appear fervent about it. I’m developing a fresh blog plus I’m struggling to make it
look good, as well as offer the best quality content. I have learned much at your web site and also I anticipate alot more
articles and will be coming back soon. Thanks you.
Ipek Hali